TÜRKİYE’DE AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN DURUMLARA BİR BAKALIM
Ar-Ge çalışmalarının ürüne ve yeni sürece dönüşmesinde önemli bir gösterge olan patent başvurularının, Türkiye’nin son 10 yıllık döneminde önemli atılımlar yaptığını söylemek mümkündür. Nitekim 2001 yılında sayısı sadece 358 olan ulusal patent başvuruları ekonomik büyüme sürecinde hızlı bir şekilde artmış ve 2012 yılında 4.833 seviyesine gelmiştir. Bunun yanı sıra, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) 2013 Raporu’na göre, Türkiye 2012 yılında patent, marka ve tasarım kategorilerinin üçünde de, çift haneli büyüme rakamları kaydetmiştir. Bu sevindirici gelişmelerle beraber, bir teknolojik gelişmişlik göstergesi olan ve Ar-Ge çalışmalarının ticarileştirilip hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan patent konusunda dünyayla yarışabilir bir hale gelmek için daha büyük hamleler yapmak gerektiği de ortadadır. Diğer yandan, Türkiye 1998-2012 yılları arasında yaptığı patent başvurularının en büyük bölümünü yüzde 12,2 ile tüketim ürünleri grubunda yapmıştır. Dünya genelinde aynı dönemde öne çıkan teknolojiler anlamında bakıldığında ise, daha küçük oranlarda olmakla birlikte, ecza ürünleri, medikal teknoloji, ulaştırma, elektrikli makineler gibi farklı sektörlere de yönelme olduğu görülmektedir. Öte yandan, bir diğer Ar-Ge çıktısı olan akademik yayın sayısı da, Türkiye’de 2003-2011 arasındaki dönemde 220.000 olmuş, Türkiye bu rakamla dünya sıralamasında 19. sırada yer almıştır.
AR-GE, İNOVASYON VE 2023 HEDEFLERİNE BAKIŞ
Türkiye, yukarıdaki veriler dâhilinde detaylı olarak ele alındığı üzere, Ar-Ge ve inovasyon konusunda geçen 10 yıl süresince oldukça ciddi ilerlemeler kaydetmiştir. Bununla birlikte, üyesi bulunduğu OECD ülkeleri arasındaki sıralamalarda henüz gerilerde yer almaktadır. Öte yandan, orta gelir tuzağına yakalanmadan yoluna devam etmesi ve 2023 hedefleri doğrultusundaki GSYH ve ihracat rakamlarına ulaşması için, Türkiye’nin Ar-Ge ve inovasyon alanında daha büyük hamleler yapması, stratejik boyutu olan kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ar-Ge yatırımları uzun yıllardır büyük miktarda olan ülkeler günümüzde bilim ve teknoloji alanında büyük adımlar atmış, sanayi ve üretimleri ile küresel piyasada rekabet edebilirliklerini sağlamlaştırmıştır. Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı 2011 yılında Güney Kore’de yüzde 4,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Aynı zamanda ABD’de yüzde 2,8 ve Finlandiya’da yüzde 3,5 olarak gerçekleştirilmiştir Türkiye’de ise Ar-Ge’ye aktarılan kaynak gelişmiş ülkelere nispeten düşük kalmış ve son yıllarda artmasına rağmen bu oran halen yüzde 1’in altında seyretmiştir
Bu nedenle, Türkiye’de Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine sağlanacak teşvik ve destekler, sürdürülebilir büyümenin istikrarlı bir biçimde sağlanabilmesi açısından hayati önem arz etmektedir. Türkiye’nin gerek ekonomik büyümede istikrar sağlaması gerekse 2023 hedeflerini yakalaması için Ar-Ge’ye ağırlık vermesi ve bu alana aktarılan kaynağın arttırması gerekmektedir. Özellikle Türkiye’nin 2023’te ilk 10 ekonomi içerisinde yer alması hedefine yönelik politika belirlerken, gelişmiş ülkelerin ekonomik sıçramalarını göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin başarılı ülke örneklerini dikkate alarak Ar-Ge alanına daha fazla ağırlık vermesi gerekmektedir. Türkiye’de son yıllarda büyümeye katkıda bulanan ihracata, Ar-Ge sonucu ortaya çıkacak yüksek katma değerli üretimin eklenmesi ile uzun dönemde hedeflenen büyüme oranlarına ulaşılması daha kolay olacaktır.
Bu bağlamda gerekli kaynakları niceliksel olarak artırmanın yanı sıra, politikaların nitelikleri ve boyutları anlamında da neler yapılabileceğini irdelemek gerekmektedir. Bu noktada, bilim ve teknoloji alanında örnek ülkeler olarak gösterilen Güney Kore ve Finlandiya’nın başarısının temelinde yatan bazı temel stratejileri göz önünde bulundurmak, faydalı olacaktır. Bilim ve teknolojide söz sahibi olan birçok ülke gibi, Güney Kore ve Finlandiya’nın Ar-Ge çalışmalarının başlangıç safhalarında güçlü bir nitelikli işgücü olduğunun altı çizilmelidir. Bu ülkelerin teknolojik gelişim süreçlerine alanlarında yetişmiş hatırı sayılır büyüklüklerde profesyonel ekiplerle başlamış olmaları, stratejik alanlarda hızla ilerlemelerini sağlamıştır. Nitekim araştırma-geliştirme çalışmalarının anahtar unsuru, hiç şüphesiz insan kaynaklarıdır. Bununla birlikte, gerek Güney Kore gerekse Finlandiya, hâlihazırda sahip oldukları bu kadrolarla da yetinmeyerek sürekli olarak teknolojik insan gücü yetiştirmeye ve bu noktada doktora programlarına önem vermeye devam etmektedir. Dolayısıyla, her iki ülke için de, üstün Ar-Ge performansının arkasında yatan ana faktörün eğitim olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Bu nedenle de, bilim ve teknoloji politikalarının şekillenmesinde eğitim ile ilgili stratejiler büyük rol oynamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’deki duruma bakıldığında ise, son 10 yıllık dönemde beşeri sermayenin Ar-Ge’deki yoğunluğunun artması anlamında gözle görülür bir gelişme gözlense de, bunun hedeflenen seviyelere gelmek için hızla geliştirilmeye devam edilmesi gerektiği de ortadadır. Buradan hareketle, Türkiye’nin bu noktadan sonra ivme kazandırması gereken bilim ve teknoloji politikalarında, eğitime özel bir yer ayrılması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, Finlandiya’nın inovasyon sıralamasında dünya lideri olmasında, ilgili politikaların sağlıktan eğitime, demokrasiden kültüre birçok alandaki gereklilik ve ihtiyaçlarla ilişkilendirilmiş olması büyük rol oynamıştır. Bilim ve teknoloji çalışmalarının toplumla harmonize edilmiş bir şekilde sürdürülmesiyle ortaya çıkan bu “sosyal inovasyon” uygulaması, Finlandiya’nın teknolojiyle sosyal bilimleri bir araya getirdiği örnek alınacak bir bakış açısı olmuştur. Eğitim ve sosyal inovasyon temelinde değinilen bu iki ana husus, esas itibariyle Türkiye için bilimsel ve teknolojik gelişim sürecinde bir nevi arka planda kalmış “sosyal bilimlerde Ar-Ge” gerçeğine parmak basmaktadır. Örneklerin de işaret ettiği gibi, teknolojik Ar-Ge, kendisini tamamlayıcı nitelikte olan sosyal boyutuyla kol kola gitmek durumundadır. Eğitim örneğinden yola çıkılacak olursa, teknolojik gelişimin temelindeki insan gücünün eğitimi konusundaki ana politikaların belirlenmesinde bu konuda uzmanlaşmış sosyal bilimcilerin bilimsel çalışmalar yapmasından daha doğal ve etkili bir çözüm düşünülemez. İşte bu nedenle, Ar-Ge çalışmaları bağlamında, yalnızca mühendislik ve doğa bilimleri anlamında değil, sosyal bilimler kapsamında da uyumlu çalışmalar yapılması hususu, uzun vadeli politikaların şekillenmesinde önemle dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak Türkiye’nin, gerek beşeri gerekse finansal kaynaklar anlamında son 10 yıllık dönemde belirgin bir ilerleme kaydettiği Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarını ve bunlardan elde ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımasının zamanı gelmiştir. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak üzere ilgili sosyal bilimler destekli politikalarla, diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde etmeye yönelik mekanizmalarla şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Zira Türkiye’nin, orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni ekonominin temelindeki bilimsel ve teknolojik gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir. Yani topyekûn bir inovasyon stratejisi sistemi ile.
Keyifli günler…
Ömer KOCAKUŞAK
Bilen Patent & Univation